Şöyle bir düşünün: Günümüzde kış kapıya dayandığında, “Acaba hangi nemlendiriciyi sürsem?”, “Güneş koruyucusunu kışın da kullanmalı mıyım?” ya da “Serumu uyguladıktan sonra hangi maskeyi yapmalıyım?” gibi sorulara kafa yoruyoruz. Sonuçta sert rüzgârlar, kuru hava ve düşük sıcaklıklar cildimizin nazik dengesini bozarken, biz de kozmetik raflarında dolaşıp mucizevi çözümler arıyoruz. Ne var ki, atalarımız bu dertlerle pek de uğraşmıyordu.
Bundan yüz binlerce yıl önce yaşamış olan Homo Erectus’un, soğukta cildi tahriş mi olurmuş, yer çekimi yüzünden göz altı torbası mı gelişirmiş, ah keşke nemlendirici sürsem mi diye dertlenecek vakti yoktu. Zaten vücut kıllarının henüz tam kaybolmadığı, doğal “palto” görevi gören bir katmanla dolaşıyorlardı. Güneş kremini, serumu, toniği geçtim; elinde çakmak taşıyla protein peşinde koşarken, kim kışın ellerim çatlar mı diye düşünür ki?
Gelelim bugüne: Artık ısıtmalı evlerimiz, kalın paltolarımız, yapay nemlendiricilerle destekli konfor alanlarımız var. Ama bu rahatlığa rağmen cildimizin ihtiyaçları bitmiyor. Tabii ki bunun bilimsel açıklamaları mevcut. Örneğin evrimsel süreçte “doğal cilt koruması” olarak iş gören yoğun kıl örtüsünü büyük ölçüde kaybettik. Üstüne bir de kapalı mekanlarda kuru hava, şehirlerimizdeki hava kirliliği ve beslenme alışkanlıklarımızdaki değişiklik eklenince, cilt bakımı bir lüks değil zorunluluk haline geliyor.
Peki soğuk havalarda cildimizi nasıl koruruz? İlkel atalarımızın basit formülü “kıllı kal, soğuktan korun” bugün pek işe yaramıyor. Bunun yerine cildi nemlendiren kremler kullanmak, besleyici yağlar uygulamak, iç mekân nemini artırmak, hatta kışın dahi güneş kremlerini ihmal etmemek gerekiyor. Çünkü bizler, Homo erectus’tan farklı olarak, sadece hayatta kalmaya değil, genç ve sağlıklı görünmeye de kafayı takmış durumdayız.
Sonuç mu? Geçmişte atalarımızın umursamadığı, hatta farkına bile varmadığı cilt sorunları, modern insanın yaşam konforunun bir bedeli. Onlar kötü hava koşullarında avlanırken sahip oldukları doğal tüy ve kalın deri ile idare ediyorlardı. Biz ise eczanelerin, kozmetik mağazalarının önünde kuyruk olup “kış bakım setleri” arıyoruz. Eh, değişen zamanın getirdiği tatlı(!) bir çelişki bu da…
Peki, soğuk havalarda cildimizi nasıl korumalıyız?
Yoğun nemlendirme: Cildimiz, kuru kış havasında neme adeta hasret kalır. Dolayısıyla, içeriğinde hyalüronik asit, seramid veya doğal yağlar bulunan kremler kullanarak cildimizin nem dengesini desteklemeliyiz. Kış günlerinden en çok etkilenen ellerimizi soğuk su ve deterjan gibi kimyasallardan mümkün olduğunca korumalıyız. Ellerimizi yıkadıktan sonra kullanacağımız küçücük bir miktar nemlendirici krem bile bariyerimizi onaracaktır. Dudakları da ihmal etmeyelim tabi ki.
Ilık su, nazik temizlik: Cildi tahriş etmek istemiyorsak, kaynar suyun altında saatlerce beklemek yerine ılık suyla kısa duşlar alıp nemlendiriciyi hemen ardından uygulamalıyız.
İçeriden beslemek:Kuruyemişler, avokado, balık gibi sağlıklı yağlar ve bol su tüketimi cildimize içeriden destek olur. Antioksidandan zengin taze sebze ve meyvelerin tüketimi vücudumuzun her organı için gerekli olduğu gibi cildimiz için de elzem elbette.
Nemli ortam yaratmak:Isıtmalı evlerde kuruyan havayı nemlendirmek için odalara nem cihazları koyabiliriz.
Güneş koruması ihmal edilmemeli:Evet, güneş kremini kışın da sürmek şart. Kar ya da buz, güneş ışınlarını yansıtabilir, bu da ultraviyole ışınlarına karşı koruma ihtiyacını artırır.
Sonuç olarak, cildimizi soğuktan korumak için konforlu ama karmaşık çözüm yollarına başvuruyoruz. Belki ilkel atalarımızın kıllı vücutlarından eser kalmadı, ama biz de elimizdekilerle idare etmek zorundayız. E, ne yapalım, teknoloji ve konforun bir bedeli de bu!
Uzm. Dr. Fatmanur Hacınecipoğlu