Dünyadaki ana denizcilik rotalarına bakıldığında özellikle Süveyş Kanalı’nın kullanımıyla Akdeniz’deki gemi trafiğine ilişkin yoğunluğun daha da arttığını aktaran Ceyhun, bu yönüyle Akdeniz’in önemli gemi rotalarını içeren dünyanın üçüncü büyük deniz kullanım alanı olduğunu ifade etti. Kıbrıs’ın da içerisinde yer aldığı Akdeniz’in dünya ticaret yollarının kesişme noktasında bulunması, Altas okyanusu ile Hint okyanusunu Avrupa ve Asya’nın iç kısımlarına bağlaması yönüyle jeostratejik ve jeopolitik önemini her geçen gün artırmakta olduğunu vurgulayan Ceyhun bölgedeki ana kaygının petrol ve ticaret olduğunu aktardı.

2001 yılında Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan basınında çıkan, Doğu Akdeniz’de Kıbrıs adasının güney ve güneydoğusunda zengin petrol ve doğalgaz yataklarının bulunduğu ile ilgili haberlerin Doğu Akdeniz’deki uyuşmazlığın başlangıcını oluşturduğunu ifade eden Ceyhun, “Güney Kıbrıs Rum yönetiminin bu tarihlerden itibaren yaptığı uygulama ve komşu ülkelerle gerçekleştirdiği anlaşmalar bugünkü sorunların temelini oluşturuyor. Bölge hidrokarbon potansiyeli açısından oldukça zengin bir bölge. Amerika Birleşik Devletleri Jeolojik araştırma kurumu tarafından verilen bilgilere göre 2010 yılı itibariyle Suriye, Kıbrıs, İsrail ve Lübnan devletlerinin ortasında yer alan Levant Havzasında ortalama 1.7 milyar varil petrol, 3.45 trilyon metreküp doğalgaz bulunmakta. Ve bu kaynakların haricinde henüz tespit edilmeyen alanlarda da hidrokarbon kaynağının varlığından söz edilmekte. Yani kısaca 2008 yılında dünya çapında petrol tüketiminin 31 milyar varil olduğunu düşünürsek neredeyse 7/1’i Doğu Akdeniz’de yer aldığını görüyoruz.” dedi.

Türkiye Antalya’ya Hapsedilmek İsteniyor

Yunanistan’ın Seville Haritasını Türkiye’ye uygulatabilmesi halinde Avrupa Birliği bünyesinde AB müktesebatına uyma yükümlülüklerini almış olan Türkiye’ye bir aşamada kabul ettirecek hukuki ve siyasi zeminleri yaratmış olacağını belirten Ceyhun, “Seville haritası Yunan ve Rum tezlerine hizmet eden bir harita. Bu haritayla Türkiye Antalya’ya hapsediliyor. Avrupa Birliğinin de Seville haritasını kabul etmediğini belirtmekle birlikte fiili olarak bu haritayı temel aldığını görmekteyiz. Türkiye’den 150 bin kilometrekare alan çalan bu haritanın iddiasına göre Meis adasından başlayan Yunan kıta sahanlığı güneye doğru Akdeniz’in ortasına kadar iniyor ki bu mümkün değil. Çünkü uluslararası mahkemelerin Meis adası örneğinde olduğu gibi adanın anakarayla karşı karşıya gelmesi durumunda adaya verilecek etki konusunda aldığı kararlarda adanın konumu, nüfusu, coğrafi büyüklüğü, siyasi ve ekonomik durum gibi kriterler baz alınmakta. Bu da genellikle adaya sıfır etki verilmesi ile sonuçlanıyor. Dolayısıyla Meis ile ilgili yunan tezleri hiçbir önüyle kabul edilebilir değildir. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum yönetiminin bu bölgedeki hakkaniyete uygun olmayan uygulamaları uluslararası hukuk kurallarıyla uyuşmamakta ve geleceğe yönelik paylaşım sorunlarını daha büyük bir çıkmaza sürüklemektedir. Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Türkiye’nin deniz sahasındaki deniz yetki alanlarını yok sayarak münhasır ekonomik bölge ilan etmesi Türkiye’nin hidrokarbon yatakları üzerindeki arama ve sondaj haklarını ihlal eder niteliktedir. Yine Güney Kıbrıs Rum yönetiminin İsrail’e arama izni verdiği 13 parselden 5’inin Türkiye’nin deniz yetki alanlarıyla çakışması Türkiye ile İsrail’i karşı karşıya getirdi. Güney Kıbrıs Rum yönetiminin İsrail’e verdiği petrol doğalgaz arama ruhsatının Türkiye’nin deniz yetki alanlarıyla çakışması üzerine Güney Kıbrıs Rum yönetimi protesto edilmiş ve Türkiye, bu alanlarda yabancı şirketlerin izinsiz petrol doğalgaz arama ve sondaj faaliyetlerinde bulunmasına müsaade etmeyeceğini ve kıta sahanlığını korumak üzere her türlü tedbiri alacağını belirtmiştir. Fakat tüm bunlara rağmen GKRY bu alandaki parselleri yabancı firmalara ihaleye çıkarmaktan çekinmemiş yine İtalya gibi ülkeler bu alanlarda yetkiyi aşan hareketlerde bulunmaya kalkışmış ve Türkiye’nin uyarılarıyla geri çekilmiştir.” şeklinde konuştu.

Türkiye bölgede neler yaptı?

Tüm bu yaşanan gelişmeler doğrultusunda Türkiye’nin de önemli adımlar attığının altını çizen Ceyhun, “2006’da Türk Deniz Kuvvetlerinin bölgede Akdeniz Kalkanı Harekâtı başlatmasının ardından 2011’de KKTC ile kıta sahanlığı sınırlandırma anlaşması imzalanmış ve KKTC tarafından TPAO’ya Kıbrıs Adası’nın etrafında hidrokarbon işletme ruhsatları verildi. Ardından 2012’de Türk Kıta Sahanlığında TPAO’ya verilen ruhsat sahalarına yenileri eklenmiş ve 2013’te Türkiye’nin kıta sahanlığına ilişkin sınırları deklare edilerek bu sınırlar 18 Mart 2019’da BM’ye verilen nota ile teyit edilmiş oldu. 13 Kasım 2019 notası ile de Türk kıta sahanlığının batı sınırının ilgili adaların karasularından geçtiği ve adaların Türk kıta sahanlığını kapatamayacağı deklare edildi. Yine 2019 yılında Türkiye ve Libya arasında imzalanan mutabakatla Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın işgal girişimlerine büyük bir darbe vurulmuş oldu.

Denizlere Hakim Olan Cihana Hakim Olur

1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinin kıyı devletlerine münhasır ekonomik bölge ile ilgili sınırlı haklar verdiğini aktaran Ceyhun, “Münhasır ekonomik bölge, temelde bir kıyı devletinin doğal kaynaklarıyla coğrafi,  jeolojik ve biyolojik varlıklar üzerinde deniz araştırmaları yapmak, korumak ve kullanmak üzere kıyılarına bitişik sularda deniz dibinde ve toprak altında kıta sahanlığında egemen haklara sahip olması anlamına gelir. Bu nedenle de münhasır ekonomik bölgeyi vatanın bir parçası olarak kabul edebiliriz. Dolayısıyla Türkiye münhasır ekonomik bölgesine düşen tüm kaynakların sahibidir diyebiliriz. Türkiye Anadolu ve Rumeli ile birlikte 8.333 kilometre kıyı şeridine sahip ve ülkenin Doğu Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz bölgelerinin tamamında yaklaşık 462 bin kilometrekarelik bir deniz yetki alanı bulunmakta. Mavi vatan bizimdir ve hiçbir güç bu alandan bizi vazgeçiremeyecektir.” şeklinde konuştu.